Blog

ÖLÜNÜN RUHU SEYREDERKEN “THE SPIRIT OF THE DEAD WATCHING” (MANAO TUPAPAU) – GAUGUIN

Avrupa medeniyetini basmakalıp ve yapay bulması sebebiyle Paris’teki yaşantısını bırakıp sanat çevresinden sıkılarak kaçan Gauguin, Doğu Pasifik’teki Polinezya adalarından biri olan Tahiti’ye yerleşir. Yıllarca ada halkı ile içiçe yaşayan Gauguin, adadan bir yerli ile evlenir. Sanatına bu adanın verdiği ilham ve şevkle devam eden Gauguin, uzun süre boyunca ada yerlilerinin vahşi ve doğal yaşantısını eserlerinde yansıtmıştır.

Söz konusu eserde Gauguin’in adadaki eşini konu alan bir hikaye anlatılmaktadır. Gauguin, bir yaz gecesi evine döndüğünde karanlıkta korku içinde yatağa uzanmış eşi Tehura’yı görür. Tehura yatakta korku içinde açılmış gözleri ile yüzükoyun çırılçıplak yatmaktadır. Tehura’nın bu korkusunun tek sebebi vardır: ölülerin ruhları. Tahiti yerlileri tarafından en korkunç kabusların sebebi sayılan ölülerin ruhları çoğu zaman yerlileri gecelerce uykusuz bırakırdı. Tehura’nın bu korkusunun sebebi de yine bu ruhlardan birinin odadaki varlığına inanmış olmasıdır. Hatta Gauguin’in anlatımına göre kendisi odaya girdiğinde korku dolu eşini görmüş ve kendisini de bir ruh zannedip korktuğuna inanmıştır. Resmin özgün adı olan “Manao Tupapau” aslında iki farklı manaya gelmektedir: ‘hayaletin kızı düşünmesi’ veya ‘kızın hayaleti düşünmesi’.

Gauguin, eserde eşinin korktuğu ruhu maddeselleştirmiş ve yatağın bir köşesinde oturan bir yaşlı kadın olarak resmetmiştir. Yataktaki genç kızı sakince izleyen bu yaşlı kadın figürü seyirciye her ne kadar zararsız görünse de figürün korku dolu bakışları odada rahatsız edici bir objenin varlığını belli eder. Arka planda görülen çiçek ile kıvılcım arası formlara sahip objeler karanlıkta parıldayan fosforışıklarıdır. Tahiti’de gece vakti görülen parlak yansımalar olan fosforışıkları aslında ağaçlarda yetişen belirli mantarların ay ışığını yansıtmaları ile ortaya çıkar. Fakat, yerliler bu ışıltıları ölülerin ruhları olarak kabul etmektedirler. Resimde görülen bu ışıltılar da Tehura’nın neden korktuğunu açıklar niteliktedir aslında.

Tüm bu esrarengiz ögelere ek olarak resimdeki renkler ve genel uyum da eserin karamsar, durgun ve hüzünlü atmosferine katkıda bulunur. Yerlilerin kullandığı bitkilerden yapılma olan sarı renkli çarşaf, gecenin karanlığında fosforlu bir sarı-yeşil tonda parlamaktadır. Duvarın mor, mavi ve laciert tonlarındaki donuk rengi de aynı karamsarlığı vurgular. Gauguin’in tipik seçimi olan parlak, canlı ve cesur renkleri bir arada kullanışı bu eserde de göze çarpar. Bu renk cümbüşü içindeki tarz, ilerleyen dönemde birçok modern sanat akımını etkileyecek ve yeni tarzların gelişmesine neden olacaktır.

Yataktaki pembe yastık ve siyah üzerine turuncu figürlerle bezeli döşek Tahiti’nin etnik desenlerini vurgularken eserin egzotik özelliklerini öne çıkarır. Egzotizmi vurgulayan Gauguin aslında bir yandan da Avrupalı seyirciye hitap etme çabasındadır. Ölülerin ruhu için yerlilerin inandığı gibi bir hayalürünü canavar koymak yerine bir yaşlı kadın yerleştirerek Avrupalı izleyiciye daha tanıdık bir hayalet figürü sunmaktadır. Bir yandan da Tehura’nın korkusunun – ölülerin ruhunun – yani ölümün de tıpkı kendi gibi bir kadın olduğunu fark etmesinden kaynaklanabileceğini ima eder.

Eserin Gauguin için ne kadar değerli olduğu kendisinin bir portresi olan başka bir eserde geri planda görünmesinden anlaşılmaktadır.

Otoportre “Self Portrait” – Gauguin

Konum: Albright Knox Sanat Galerisi “Albright Knox Art Gallery”, Buffalo
Tarih: 1892
Dönem: 19. Yüzyıl
Akım: Ard-İzlenimcilik “Post-Impressionism”

Leave a comment

Your email address will not be published.

You may use these HTML tags and attributes:

<a href="" title=""><abbr title=""><acronym title=""><b><blockquote cite=""><cite><code><del datetime=""><em><i><q cite=""><strike><strong> 

error: Icerik kopyalanamaz!